30 Aralık 2014 Salı

Boxing Day Meselesi!

Hristiyanlar tarafından Hz.İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 aralık İngiltere'de de Christmas olarak kutlanıyor. Bu önemli günde aileler toplanıyor. Uzun zaman ve bol para harcayarak aldıkları hediyelerini süsledikleri ağaçların altına koyuyorlar ve ailecek mutlu, mesut yemek yiyorlar. Bizim için bu günün hiçbir önemi yok tabi İngiltere'de yaşayan Müslümanlar olarak. Ama ertesi günü yani 26'sını iple çekiyoruz bu aralık ayının. Çünkü Aralığın 26'sı Boxing Day denilen çoğu mağazada 90%'lara varan indirimin olduğu gün. Bir ay öncesinden araştırmaya başlıyorum bu günü İngiltere'deki ilk senemiz olduğu için. İngilizce "box" (kutu) kelimesinden gelen ve geleneksel olarak Noel'in ardından düşkünlere ve fakirlere yardım edilen "hayır günü" olan bilinen bu gün, zamanla insanların yardımdan çok indirimli alışveriş yaptığı güne dönüşmüş. İngiltere'de Noel günü gibi, bankaların ve işyerlerinin tatil olduğu bu günde, alışverişin yanı sıra aileler bir araya gelip, yemek yiyor ve "tatil yapmayan" İngiliz ve İskoç liglerindeki futbol maçlarını ve diğer spor müsabakalarını izliyor. Bu günde otobüsler de çalışmıyor. Sabah erkenden uyandık bu bol indirimli günde ve ilk durağımıza gittik. Ünlü markaların yanı sıra ufak yerlerde de indirim olan bu günden aklımda kalan bazı indirimler;
GAP'de her üründe 40% + kasada 20% indirim vardı. Eşime £10 pounda pantalon, kendime ise £5 pound'a gömlek aldım buradan.
Bir çok ünlü markanın sezon sonu ürünlerinin satıldığı TkMaxx'den ise ufak tefek eşyaları uygun fiyatlara aldık.
Bir çok markanın satıldığı Sports Direct'de ise; kar montları, kar pantalonları, koşu kıyafetleri, bazı marka ayakkabılar 90% indirimdeydi.
Puma marka bu ayakkabıdan hediye olarak bir kaç tane aldık.
Karrimor marka bu ayakkabıyı da yine 90% indirimden £135'dan  £13,5'a kendime aldım. 

Boyner'in ucuzcusu gibi olan Primark'ta ise zaten ucuz olan ürünlere biraz daha indirim yapmışlar £1 gibi makul bir fiyata bir çok ürün aldık buradan da.

Daha bir çok mağazaya girdik tabi ama hepsindeki indirimli ürünlerden bahsetmek biraz zor. Eğer İngiltere'ye gelmek gibi bir planınınız varsa bunu 26 aralığa denk getirirseniz 1 yıllık alışverişinizi yapabilirsiniz bizim gibi. Hayırlı günler dilerim efendim. :)

29 Aralık 2014 Pazartesi

Fez/Fas

Tarih 24-11-2014 saatler ise 15.00'ı gösteriyor. Fas yolculuğumuzun Fez ayağı için otobüse biniyoruz. Bir gün öncesinden görevlinin "dolu, sadece 2 kişilik yer kaldı" dediği otobüs bomboş, koltukları ise kırık. Ama bunların hiçbirisi umrumuzda değil çünkü masmavi bir huzur depoladık içimize. Yolculuğumuz devam ediyor 2 saat sonra bir dinlenme tesisinde mola veriyor otobüs ve karnımız aç. Yol kenarında köfte yapıp satan bir tezgah görüyoruz kokusu çok güzel geliyor ama zehirleniriz korkusuyla çekiniyoruz doğrusu. Sonra Allah'a emanet deyip bir ekmek arası istiyoruz. Köfteleri pişiren adam kasabı göstererek önce kıyma almanız gerek diyor.


Kasap
Kıymayı 15 dinara alıyoruz ve pişirecek olan kişiye veriyoruz. Köftelerimiz pişiyor bu sefer köfteyi pişiren 3 dinar istiyor. Yani 18 dinara bir köfte ekmek alıyoruz. Meraklı bir şekilde tadına bakıyoruz köftenin ve bu nefis lezzet karşısında kayıtsız kalamayıp bir tane daha alıyoruz otobüs hareket etmeden. Sonrasında da hiçbir sağlık problemi yaşamıyoruz. Hatta bir tane daha almadığımıza pişman oluyoruz.
Köftelerin pişirildiği tezgah
Akşam vaktine denk geliyor yine yolculuğumuz, köylerin yanından geçiyoruz bir kaç evin kapısı açık ve elektrik olmayan bir evde bir kaç mum ışığı altında yerde oturan ve yemek yediklerini düşündüğüm bir aile görüyorum. Uzun bir zaman bu aileyi düşündüm yolculuk esnasında. Yine yaklaşık 4 saatlik bir yolculuk sonrasında Fas gezimizin son durağı olan Fez'e geliyoruz.Fas, isim açısından zengin bir ülke. Biz Fas olarak biliyoruz, ama Batılılar “Morocco”, Araplar ise “Mağrip” diyorlar. Bu isim zenginliğinin nedeni ise; Araplar, coğrafi konumu esas alarak bir adlandırma yapmışlar. Ülkenin tam Arapça ismi El-Memleke El-Mağribbiyye (Batı Krallığı) olmakla beraber genellikle El-Mağrip (Batı) ismi kullanılıyormuş. “Morocco”nun kökeni, Latincedeki –Marakeş’e verilen- “Morroch” ismiymiş. Marakeş ise Berberice’de “Tanrının Toprakları” manasını veren Mur-Akush kelimesinden geliyormuş. Türkler de bu ülkeye Osmanlı'dan kalma bir alışkanlıkla o dönemin başkenti olan “Fas” diyorlarmış. Her yerde polis ve askerler var riada geldikten sonra öğreniyoruz ki; kralın eşi Fez'liymiş.O sırada da kral Fez'de bulunduğu için yoğun güvenlik önlemi varmış. Otobüsten iniyoruz. Otogar medinaya uzak olduğu için toplu taşıma kullanmayı düşünüyoruz ama 1 haftadır yorgun düştüğümüz için hemen bu fikirden cayıyoruz ve bir petit taksi ile 50 dinara anlaşıyoruz. Yolda şoför isimlerimizi soruyor; "Ayşe" dediğimde bana "Aişe mü'minlerin annesidir" diyor arapça. Neden bilmiyorum ama duygulanıyorum. Çok da uzun sürmeyen bir yolculuk sonrasında daha önce otelin adını verdiği medina kapısına geliyoruz. Hava karanlık ve sokaklar bomboş. Bir grup genç görüyoruz, bize yardım etmek istiyorlar ama reddediyoruz ve otelimizi daha önceden otelden istediğimiz harita ile buluyoruz kolayca. Riada girdiğimizde yine sıcak bir görevli karşılıyor bizi. Ertesi gün planımızda; Attarin Medresesi, Moulay Abdellah Quarter,  Bab Bou Jeloud, Kairaouine(Kareviyyun) Camii ve Üniversitesi, Fontaine Nejjarine, Jardin Jnan Sbil var. Hatırladığım kadarıyla bahsetmek gerekirse;
- Attarin Medresesi; El Attarin medresesi,1323-1325 yıllarında Merinid sülalesinden Sultan Yakup Ebu Said Osman II tarafından arap-Endülüs mimari tarzında yaptırılmış. Duvarlardaki oymalara bakmaya doyamıyor insan, incecik nakış gibi işlenmiş bu oymaları görmeden geçmeyin derim.

Moulay Adellah Quarter; Hala eski usul deri terbiye ve işleminin kullanıldığı bir tabakhane burası. Etrafını saran dükkanların teraslarına ücretsiz olarak çıkarak buradaki çalışmayı izleyebilirsiniz. Terasa çıkarken kokudan rahatsız olmamanız için sizlere taze nane ikram edilecektir, biz gün boyu orada çalışan insanlara saygısızlık etmemek için almadık ve kokunun çok da kötü olmadığını söylemek istiyorum. 


 Bab Bou Jeloud; şehrin batı tarafında bulunan ana giriş olan bu kapının özelliği ise, süsü diyebiliriz.

Kairaouine(Kareviyyun) Camii ve Üniversitesi; Milattan Sonra 859 yılında kurulan ve kurulduğundan bu yana faaliyetini sürdüren Al-Karaouine Üniversitesi Dünyanın en eski üniversitesi olarak Guiness rekorlar kitabına geçmiştir. Bu camiye de girmek için müslüman olma şartı aranıyor. İçeride fotoğraf çekmeye de izin olan bu yerdeki havayı solumak güzel bir deneyim olacaktır. 

 Fontaine Nejjarine; ahşap sanatları ve ürünleri müzesi olarak geçen bu müzeye girmek için başta sabırsızlanıyoruz ama gezdikçe hayal kırıklığına uğradığımız bir müze burası. İçeride çekim yapmak yasak, bina dışında da özel pek bir ürün göremedik. Hatta "kaldığımız riad daha güzel boşuna 40 dinar verdik buraya" diyor ve memnuniyetsiz ayrılıyoruz bu müzeden. 

Son olarak Jardin Jnan Sbil kalıyor bugünkü planımızda saat baya ilerliyor ve acıkıyoruz. Bu şehrin sokakları diğer Fas şehirlerinden daha dar ve bu şehirde de selam verdiğimiz herkesin bizden sadaka talep etmesi canımızı sıkıyor.Tam bunaldık derken yanımızdan geçen bir Fas'lı "arkadaş nasılsın?" diyor ve güldürüyor bizi. Jardin Jnan Sbil'e gidip dönüşte yemek yemeye karar veriyoruz.
Jardin Jnan Sbil; şehre yakın ve güzel bir bahçe.

Bahçeden ayrıldıktan sonra ufak bir dükkanda turistlerden ziyade halkın ekmek arası baharatlarla kavrulmuş et veya tavuk yediği bir yere oturuyoruz ve 40 dinara 2 kişi için doyurucu bir yemek yiyoruz. Yemek sonrasında da köşebaşında gördüğümüz bir yerden taze nar suyu içiyoruz. Daha önce hep Fez'den alırız dediğimiz deri ürünlere bakıyoruz. Bir kaç ufak deri ürün alıyoruz bu şehirde. Aklımızda ise sadece bu ülkede üretilen argan yağından almak var ama bir türlü güvenemiyoruz baktığımız dükkanlara. Kısmetimizde varsa buluruz diyerek riadımıza ilerliyoruz. Prensip olarak bir şehirde insanların içine karışmadan ayrılmayı reddediyoruz seyahatimizde ve ertesi günümüzü pazarları dolaşmaya ayırarak erken saatlerde riada gidiyor ve terastan Fez'i izliyoruz.

Ertesi gün ayın 26'sı ve Fas'ta son günümüz. Bu günümüzü pazarları dolaşmaya ayırıyoruz, kahvaltıdan sonra insanları izleyerek atıyoruz kendimizi kalabalığın içine. Bir gece öncesinden otel görevlisinden adını aldığımız bir dükkandan güvenebileceğimiz argan yağını alıyoruz yarım litresi 150 dirheme. İsmi Hatice olan bu kardeşle bir anda sıcak bir iletişim kuruyoruz ve sarılarak ayrılıyoruz bu sıcak kardeşimizin dükkanından. Tam dükkandan çıkarken zaten küçücük olan sokakta eşeklerle yük taşıdıklarını görüyor ve gülüyoruz. Bu pazarlar bana eski filmlerdeki pazar sahnelerini hatırlatıyor. Bir yandan dükkanlardan sarkan renk renk şallar, kumaşlar, diğer yanda ekmek tezgahları, diğer yanda renkli zeytin kavanozlarıyla bezenmiş dükkanlar, diğer bir yanda ise hala gıdaklayan veya karmaşadan sabahını şaşırmış korkuyla öten horozlar. Burada tam bir curcuna var. Herkes ve herşey çok doğal, bu tablo içimi ısıtıyor. Odun ateşinde pişirilen küçük yuvarlak ekmeklerin tadını çok beğendiğimiz için 6 tane alıyoruz eve getirmek için, bir de pazarda enginar görüyoruz taptaze mis gibi dayanamayarak 4 tane de enginar alıyoruz Fez'den. Bunların hepsini yaparken hala aklımda kaşık koleksiyonum için bir kaşık almak var. Bir kaşık kestiriyorum gözüme bana bu ülkenin işlemeli duvarlarını hatırlatacak. Sıkı bir pazarlıkla 40 dinara da bu kaşığı alıyorum ve içim rahat ediyor. Dükkandan tam da çıkacakken bir de bakıyorum ki burnumun dibinde bir el arabası ve içinde kımıl kımıl hareket eden salyangozlar var ufak bir şoktan sonra kendime geliyorum. Karşı dükkandaki bir amca 2 kilo alıyor bu taptaze salyangozlardan, satan kişi poşete bir kaç delik açarak hemen ölmelerini engelliyor. Bir gün öncesinden tadını beğendiğimiz dürümlerden ve nar suyundan birer bardak daha içiyoruz ve riadın yolunu tutuyoruz. 2 gündür aynı çeşmenin önünden her geçişimizde gördüğümüz yaşlı amcaya selam veriyor eşim. Bu amcanın neden o çeşmenin başında sabahtan akşama kadar oturduğunu hala merak ediyoruz.




Valizimizi alıyor ve taş sokaklarda tıngır mıngır ilerliyoruz son kez. Havaalanı uzak olduğu için 150 dinara anlaştığımız taksiye biniyoruz. Yeni şehrin içinden geçerken bir çok ünlü markanın olduğu alışveriş merkezlerini görüyoruz. Burası Fas'ın eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu için baya gelişmiş bir şehir. Yeni şehrin merkezinde bir kırmızı ışığa yakalanıyoruz...
İşlemeli trafik lambaları

Bu süslemeli trafik ışıkları ile bezeli 30 dakikalık bir yolculuktan sonra havaalanına varıyoruz. Vakit dönüş vakti. Tarih kokan bu ülkeyi seviyor gönlüm sebepsizce hele ki Essaouira'yı unutamıyorum üzerine gördüğüm 3 şehre rağmen... Fas'ı sadece anlatmaya çalıştım, İslam'a dair anlatılamayacak bir çok güzel his var bu beldelerde. Sürç-i lisan ettiysem affola. Fotoğrafların ve videoların çekimini yapan eşime de huzurlarınızda teşekkür ederim. Kaşık koleksiyonumla sizlere veda ediyorum bu seferlik. Allah'a emanet olun.

28 Aralık 2014 Pazar

Tanca-Chefchaouen/FAS

Uzun bir yolculuktan sonra sabahın erken saatlerinde Tangier yani Tanca'ya varıyoruz. Yeni şehirde olduğumuz için pek güzel gelmiyor ilk etapta, günlerden ise pazar ve kimsecikler yok etrafta. Tren istasyonundan otogara yürüyoruz ve Chefchouen için 5 saat sonrasına biletlerimizi alıyoruz. Valizimizi de otogarın emanetine bırakıyoruz 5 dinara. Pek de uzak olmayan sahile doğru yürüyoruz. Cebelitarık boğazını uzaktan izliyoruz fakat vaktimiz az olduğu için bir otobüse atlayıp da o tarafa gitmektense eski şehir yani medinaya gitmeye karar veriyoruz. Yolda bir çok bar ve disko görebilirsiniz. Burası karşılaştığımız diğer şehirlere nazaran daha modern ve gelişmiş bir yer diyebiliriz. İspanya ile her gün deniz yoluyla seferler düzenlenmektedir.
Tanca kumsal 

Kumsaldan Medina'ya doğru yürüdük niyetimizde Dar el Makhzen'i ziyaret etmek var ama bir türlü bulamıyoruz. Daha yeni yeni açılan dükkanların olduğu sokaklarda geziyoruz. Daha fazla zaman ayırıp güzel bir planlama yaparsanız bizimkinden daha güzel bir Tangier hikayeniz olabilir. Ama biz Chefchaouen'e gidecek olmanın heyecanı ile bu şehri pek de önemsemedik açıkçası. Medina'dan ayrılıyor ve otogara doğru yürüyoruz tekrar. Bu şehre pazar günü gidecekseniz dikkat! Her yer kapalı, kahvaltı yapmak için gördüğümüz her restorana yöneliyoruz ama nafile. Bir tane Pizza Hut görüyoruz tam umudumuzu kaybetmişken; içerisi de kalabalık olduğu için içeri giriyoruz. Herkesin bakışları bize çevriliyor aniden, kasada da kimse yok, menüyü alabilir miyiz diyoruz "tabii" diyorlar oturuyoruz ve kapalı olduklarını söylüyorlar. Meğer içeridekiler çalışanlarmış ve bir toplantının ortasındayken biz girmişiz. Gülüşmeler arasında ayrılıyoruz buradan da. Otogara yakın bir yer buluyoruz ve tost yiyoruz. Şimdi ise vakit Chefchaouen vakti....
 Tangier Medina
Tangier Medina
Tangier
Chefchaouen'e doğru giderken otobüs önce Tetouan'a uğruyor, buranın da güzel bir şehir olduğunu araştırmalarımızdan biliyorduk ama vakit olmadığı için gezemedik. Eğer sizin vaktiniz varsa kayalık bir platonun üzerine kurulmuş olan bu şehri gezebilirsiniz. Bol kaktüslü ve dağlık yoldan sonra Rif dağlarının eteğine kurulmuş bu kasabaya geliyoruz. Ama o da ne? Etrafta ne bir mavi boya var ne de olağan dışı bir güzellik. Eşime duygularımı ve hayal kırıklığımı belli etmeden ertesi gün için Fez'e biletlerimizi alıyoruz. Burada bir bilgisayar sistemi olmadığı için muhtemelen her şehre otobüs içinde bir kontenjan veriliyor, otobüs firması bize istediğimiz saatte koltuk olmadığını ve saat 12 için ise sadece 2 tane bilet kaldığını söylediğinde biraz tedirgin olduk ama ertesi gün otobüste kimsecikler olmadığında sinirlendik doğrusu. Sizde bu tarz sürprizlere hazırlıklı olun. Bilet işini hallettikten sonra Medina yani eski şehrin yakında olduğunu ve 10 dakikalık bir yürüyüş sonrasında ulaşacağımızı öğrendik. Ama aşırı yokuşlu bir yol olduğu için o 10 dakika bize yarım saat oldu. Yolda ise eşime uyuşturucu satmaya çalışan iki adam beni iyice korkuttu. Bu şehre geldiğim gibi gitmek hatta bir an önce eve dönmek istiyordum. Beton binaların arasından tekerlekli valizi zar zor sürükleye sürükleye içimizden de "bu kasabanın nesi güzelmiş ki bu kadar?" diye hayıflana hayıflana girdik yine yeni bir medinanın kapısından. Mavinin güzelliği ve huzuru bir anda içimize doğdu ve büyük bir "ohh!" çektik. O an yorgunluğumuzu unutuverdik bir anda ve hemen valizi bırakalım da bu mavi sokakların büyüsüne kapılıp gidelim düşüncesi geldi endişelerin yerine. Bu kale İspanya'dan (Endülüs) sürülen müslümanlar tarafından 15.yy'da kurulmuş. Mavi; sonsuzluğu, gökyüzünü ve cenneti temsil ediyormuş. Bu şehre girdiğinizde dikkat etmeniz gereken bazı şeyler var insanlar özellikle de kadınlar ve kızlar fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmıyorlar ve siz fotoğraf çekerken kenara çekiliyorlar. Riada giriyor ve eşyalarımızı bırakıyoruz. Karnımız çok aç olduğu için yakın bir restoran arıyoruz internetten ama bulamıyoruz. Belki yol üzerinde bir yer görürüz bahanesiyle ufak bir tur atıyoruz akşam vakti. Azıcık merakımızı giderdikten sonra restoran da bulamadığımız için riada doğru tekrar yürüyoruz. Bir bakkaldan içecek, ekmek, domates alıp sandiviç yapmaya karar veriyoruz. Bakkaldaki teyzeyle bir esnafın yardımıyla anlaşıyoruz bize birde yöresel peynirlerinden almamızı tavsiye ediyor ve alıyoruz. Çok da güzel bir akşam sandivici hazırlıyoruz kendimize. Hava kararmadan önce biraz fotoğraf çekiyoruz ama asıl heyecanımızı ertesi güne saklıyoruz. Ertesi gün erkenden uyanıyoruz riadın terasından güneşin doğuşunu izlemek için ama hava aşırı soğuk ve yağışlı olduğu için çıktığımız gibi odaya geri dönüyoruz. Hava aydınlanınca yağmurun dindiğini ve şehrin üzerini kaplayan bulutları görüyoruz. Yer mavi, gök mavi sanki bulutlar arasına çizgi çekip ayırmak istiyor gibi hızlıca hareket ediyorlar şehrin üzerinde. Bu güzel manzara eşliğinde kahvaltı ediyoruz. 

Kahvaltıdan sonra her köşesinde ayrı güzellik bulunan mavi sokaklara atıyoruz kendimizi. Her kapıya ayrı ayrı muhabbet besliyorum, için için merak ediyorum süslemeli kapıların ve mavi duvarların arkasındaki dünyayı.







Medina'dan dışarı çıkıyoruz bu güzel sokaklardan sonra. Bu sefer karşımıza dağın eteğinden çıkan berrak su, o suda çamaşır yıkayan teyze(uzakta olmasına rağmen fotoğraf çekmek istediğimizde bizi farketti ve kızdı) ve bir dağ yolu çıkıyor. Bu dağa çıkmanızı da tavsiye ederim. Oksijen bol geldiğinden midir, şehrin güzelliğinden midir nedir kafalarımız bir hoş oluyor dağa çıktıkça. 



Temiz ve düzenli bir yer burası, diğer sevdiğim Fas şehirleri gibi uzun uzun izliyoruz buradaki yaşamı da.Özellikle eşim tarafından çekilen bu video bana bu şehirle ilgili bir çok şeyi hatırlattığı için sizlerle de paylaşmak istedim. Medinaya tekrar giriş yapıyoruz sonrasında bu sefer medinanın meydanı sayılabilecek bir yere geliyoruz ve önceden hapishane, gözlem yeri kısacası yönetimin olduğu bir bina görüyoruz. 2 kişi için 20 dinar ödeyerek buradan da manzarayı izliyoruz ve eski zamanlarda kullanılan hapishaneyi görüyoruz.
Chefchaouen meydanı



Yolculuk saatimizin yavaş yavaş yaklaştığı bu şehirden de ayrılmak için otogara gidiyoruz. Üzerini tamamen bulut kaplamış olan mavi dünyaya bakıyorum ve şükrediyorum bir kez daha Dünya'nın tüm güzelliklerine. Otogarda bize veda etmek isteyen bir yerlinin fotoğrafıyla "Allah'a emanet olun" diyorum.

Fas Güncesi/Essaouira

Marakeş'ten Essaouira'ya gündüz saatlerinde yolculuk yaptık. Bu sayede bir çok köyü görmeye fırsatımız oldu. Ufak tefek bu köylerin evleri, kırmızı toprak rengi ve etrafında duvarlar örülü. Yol kenarında anlam veremediğim bir çok uyuyan adam gördüm. Belki evleri yok, belki de bir yerden dönüyorlar ve araba veya eşekleri olmadığı için buldukları müsait yerlerde dinleniyorlar. Marakeş'ten Essaouira'ya yolculuğumuz 3 saat sürüyor. Bir ara 30 dakikalık otoban yoluna giriyoruz ondan sonrası tek şeritli,  asfalt ama tozlu yollar.

 Bu şehre de akşam saatlerine yakın varıyoruz. Otobüsten iner inmez ertesi gün için dönüş biletlerimizi alıyoruz. Burada sadece bulunduğunuz yerden bilet alabilirsiniz. Örneğin; Marakeş'ten gidiş-dönüş bilet alamazsınız. Essaouira'ya geldiğinizde biletinizi almanız gerekiyor ki açıkta kalmayasınız. Biletimizi aldıktan sonra yeni riadımıza doğru yola koyuluyoruz. Bu şehirde de taksi kullanmıyoruz çünkü otobüsün durağı Medina yani eski şehre çok yakın. Bir kaç dakika yürüdükten sonra Medina'nın kapısından içeri giriyoruz ve elimizde valiz olduğu için Marakeş'te karşılaştığımız yardım(!) etmek isteyen insan kalabalığıyla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Ama bu şehir öyle değil. 
Rengarenk ve sakin sokaklarıyla bizi karşılayan bu şehre hemen kanımız ısınıyor. Fotoğrafta gördüğünüz gibi bir sokağın arasında bulunan riadımıza gidiyoruz. Yine hoş bir görevli bizi karşılıyor eşyalarımızı bıraktıktan ve biraz dinlendikten sonra dışarı çıkıyoruz. Camide namaz kılındıktan sonra Rahman suresi ve diğer bir kaç duayı cemaat hep bir ağızdan okudu. Bizde olmayan bu güzellik hoşumuza gidiyor ve devam ediyoruz.

Havanın iyice karardığını ve yağmurun başladığını görünce açıyoruz şemsiyeyi. Bu şehirde mutlaka yapmanız gereken şey balık yemek. Medina'dan çıkınca balıkçılar sizi karşılıyor. Balık tezgahından seçtiğimiz iki taze balığı salata ve içeçeklerle birlikte 100 dirheme alıyoruz. Balıkların taze olduğuna emin olabilirsiniz çünkü bir çoğu hala hareket ediyordu. Balık alırken de pazarlık yapmanızda fayda var 50 dirhem kadar indirim alabilirsiniz. Balıkları pişirip getiriyorlar. Adını bilmediğim ama çok lezzetli olan balıkları hafif yağmuru izleyerek yiyoruz. Sadece balık değil diğer deniz canlılarını da bulabilirsiniz bu tezgahlarda...
                                                                  Balık tezgahı
Balıklarımızı yedikten sonra okyanusu aydınlatan uzaklardaki şimşekleri izliyoruz bir süre. Bu şehir Marakeş'ten sonra bize papatya çayı gibi sakinlik veriyor. Bir süre izledikten sonra yerel halkın alışveriş yaptığı pazarlara gidiyoruz. Burada fotoğraf çekmeye bile çekiniyoruz çünkü herkes çok doğal onları huzursuz etmek istemiyoruz. Burada sokakta haşlanmış barbunya ve nohut satılıyor. Çerez gibi tüketiyorlar. Bir süre dolaştıktan sonra erkenden riada dönüyoruz çünkü ertesi sabahki planımız saat 7'de sahile gitmek. Ertesi sabah erkenden uyanıyoruz ve sahilin yolunu tutuyoruz sokaklar bomboş ve ılık bir hava var. Balıkçı teknelerinin olduğu kısmı es geçerek sahile iniyoruz. Ve ayakkabılarımızı çıkarıp yeni yeni ısınan kumsalda yürüyoruz...

Kumsaldaki ufak yürüyüşten sonra balıkçı teknelerinin ve kalenin olduğu yere geri dönüyoruz. Eğer öğle saatlerine doğru sahile inerseniz buradaki atlara binerek de bir tur yapabilirsiniz. Biz 7'de uyanıp gittiğimiz için atları daha sonradan gördük ve denemedik. 7'de uyanmak balıkçıların ahenk içinde çalışmalarını görene kadar çok erken gibi geliyordu. Uzun süre hiçbir şey yapmadan insanları, asker gibi dizilmiş mavi tekneleri, kedileri ve kuşları izledik bu düzenli balıkçı limanında. Bu şehirde yapılacak tek şey durup güzellikleri izlemek ve her anın fotoğrafını çekmeye çalışmak.





Burası Medina'nın duvarlarının hemen yanı başında. Son fotoğrafta gördüğünüz şehir kapısından bir kez daha içeri giriyoruz ve sol tarafta bulunan zamanında askerlerin şehri korumak için kullandığı kaleyi ziyaret ediyoruz. Kaleye giriş 10 dinar. Bu kaleden manzara çok daha harika görünüyor. Gözlem kulesine çıkarak tüm şehri görebilirsiniz.






Burada da yaklaşık 1 saat harcıyoruz. Bir kalede 1 saat ne yapılabilir ki diye düşünüyorsanız çok haklısınız. Ama bir yanda kayaları döven dalga, diğer yanda üzerine yeni güneş doğmuş altın rengi kumsal, diğer bir yanda kuşlar, insanlar... 1 saatte doyamadığım bu yere kahvaltı yapıp şehir merkezini de gezebilmek için veda ediyoruz. Riad'da yaptığımız kahveli, reçelli ve krepli bir kahvaltıdan sonra valizimizi toplayıp şehirde dolaşmaya başlıyoruz. Dükkanlar yeni yeni açılıyor, buradaki esnaf çok saygılı ve turiste yapışmıyor. Bilmediğimiz ufak dar sokaklarda saatlerce gezerken; ahşap hediyelik eşyalar, mobilyalar, yağlı boya tablolar ve çocukluğunun tadına oyunla varan bir sürü çocuk görüyoruz. Bazı ahşap eşyalar özellikle sehpalar çok özenli ve şık duruyor. Onun dışında hediyelik eşya olarak orijinal bir şey göremediğimiz için buradan da hediye almıyoruz. Yağlı boya tablolar hoşuma gidiyor fiyatları 50 dinardan başlayıp boyutuna göre değişiyor. Ama kararsızlıktan tablo da alamıyorum. Gidilecek daha çok şehir var ve buraların güzelliklerini bana ömür boyu hatırlatacak bir tablo bulacağıma emin olduğum için pek de umursamıyorum ve Chefchaouen'den aldığım tablo sayesinde şu an hiç pişmanlık yaşamıyorum. Şehir merkezinde bulunan diğer bir güzel manzaralı yere çıkıyoruz. Buraya çıkarken de küçük tablolar görüyoruz 35 dinara orijinal ve güzel tablolar hediye olarak düşünülebilir.
Bir miktar daha huzur alıyoruz bu şehirden ve yolumuza devam ediyoruz. Fikrimizde Valizimizi alıp Tanca'ya yapacağımız koca bir gecelik yolculuğa başlamak var. Ama küçük sokaklardan birinde bir kaç tajin yemeği yapan teyze görüyoruz işaret diliyle anlaşarak bir otele yaptıkları bu tajinlerden rica üzerine birini yiyoruz 40 dirheme.
Otele valizimizi almak için giderken bir pazarın içinden geçiyoruz ve buradan yolda yemek için ekmek, zeytin ve içecek alıyoruz. Ama zeytinleri pek beğenmediğimizi ve yiyemediğimizi de hemen belirtmek isterim denemek isterseniz 15 dinara neredeyse 200 gr.zeytin alabilirsiniz. Valizimizi alıyor ve tarih öncesinde de yaşamın olduğu bilinen bu şehrin her yanı yaşanmışlık kokan sokaklarından son kez olmamasını umarak ilerliyoruz. Bir daha Fas'a gitsem en az 5 gün kalacağım hatta bir ara yerleşmeyi düşündüğüm bu şehrin kapısından çıkıyoruz. Ayrıldığım anda özlem duyduğum bir şehir oluveriyor birden benim için Essaouira ve İstanbul'un önüne geçiyor sevdiğim şehirler arasında. Tanca, Chefchaouen ve Fez'e gitmek için ayrılıyoruz. Tanca'ya gitmek için öncelikle Otobüsle tekrar Marakeş'e gidiyoruz. Bir gün önce tren biletlerimizi almıştık. Otobüs firmasının hemen yanında bulunan tren istasyonuna gidiyor ve 10 saat sürecek olan gece yolculuğumuza başlıyoruz. 2 kişi için 620 dirhem ödedik first class için... Trende 6 kişilik kontuarlar bulunuyor. Çok rahat bir yolculuk geçirdiğimiz için trenle seyahati tavsiye ediyorum. Otobüsle özellikle gece saatlerinde seyahat etmek biraz tehlikeli çünkü otobüs şoförleri biraz hız düşkünü. Bir sonraki Fas şehrinde görüşmek üzere Allah'a emanet olun.
  

9 Aralık 2014 Salı

Fas Güncesi....

Bir süredir düşündüğümüz Fas gezisine bir çarşamba günü akşamı okuldan geldiğimde karşılaştığım ¨ haftaya çarşamba Fas'a gidelim mi? ¨ sorusuyla karar verdik. Tabiki bu kararı vermemizdeki en büyük etken vize almamıza gerek olmayan bir ülke olmasıydı. Bir kaç saat içerisinde uçak biletimizi aldık ve ilerleyen günlerde otel rezarvasyonlarımızı booking.com'dan oradaki yorumları dikkate alarak yaptık. Bütün otellerimizi "Riad" yani otele dönüştürülmüş hala eski havasını kaybetmemiş; ahşap oymalı ve avlulu Fas konaklarından seçtik. Fas ile ilgili bir sürü bilgi edindim bu bir hafta içerisinde. Ama ilk işim telefonuma Arapça ve Fransızca sözlük yüklemek oldu. Çok ihtiyacım olmadı ama tavsiye ederim. Uçağımız Londra Stansted'den Marakeş'e olduğu için gezi rotamızın ilk şehri Marakeş oldu. İstanbul Atatürk Havaalanından sizde kolaylıkla uçak bileti bulabilirsiniz. Yolculuğumuz Çarşamba sabahı erkenden başladı. 4 saatlik bir uçak yolculuğu sonrasında Marakeş'e indik, iner inmez sıcağın ve tozun kokusunu aldım. Soğuk İngiltere havasından sonra biraz ısındım. Uçaktan indiğimizde dört bir yanda tüfekleriyle ve silahlarıyla bekleyen asker ve polislerden biraz tedirgin oldum, ama şehir merkezinde de sık sık göreceğiniz bir manzara bu tedirgin olmaya gerek yok. Eğer taksi kullanmayıp tamamen şehre ve halka karışmak istiyorsanız otobüsler hiç de fena fikir değil.
MARAKEŞ
Havaalanından eski şehre yani Medina denilen bölgeye gitmek için havaalanının önünden 30 dakikada bir hareket eden halk otobüsüne bindik bu otobüs havaalanına özel olduğu için kişibaşı 30 dinar yani yaklaşık 7,5 TL ödedik ve eski şehre doğru yola çıktık. Bizim Marakeşe gittiğimiz gün Amerikan Başkan yardımcısı şehre geldiği için yollar  kapalıydı ve 1 saat otobüs bekledik. Şehre vardığımızı; sur kapısından girişimizden ve atlardan, eşeklerden anladım. Yerel halk burada eşek ve atı sıklıkla kullanıyor. Kimisi tüp taşıyor, kimisi üzerine yüklediği yükleri bir dükkana götürüyor. 1 saat otobüs beklediğimiz için şehre varana kadar hava kararmış ve gece olmuştu. Otobüsün son durağında indik sağ tarafımızdaki parkın içinden geçerek Jemaa el-Fnaa meydanına ulaştık. Biraz meydanın hareketliliğini izledikten ve yemek kokularını içimize çektikten sonra valizlerinizden hemen kurtulup geri gelmek ve yemek yiyebilmek için otelin yolunu tuttuk. Sanmayın ki geniş geniş sokaklarda rahat rahat yürüyeceksiniz ! Bu sokaklar, son model telefonunuzun navigasyonun bile algılayıp doğru gösteremediği sokaklar. O yüzden mutlaka otellerinizden kroki isteyin ve çıktısını alın. Meydandan ayrılıp sokağa girdiğimiz an elimizdeki valizin sesini duyan bizi otele götürmeyi teklif etti. Ama bu teklifler maalesef karşılıksız değil. Aşırı fiyatlar isteyebilirler aman dikkat ! Biz iki küçük çocuktan yardım aldık ve 10 dinar ile 2'şer tane şeker verdik. Ama çocukların bizi soktuğu sokaklar çok korkunç ve karanlık olduğu için o an yüreğim ağzıma geldi, şu an böyle rahat anlattığıma bakmayın. Duvarlarda arapça yazılar ve "Girilmez" işaretleri çizilmiş olan bu sokağın sonunda Riad'ın kapısı açıldı ve büyük bir "ohhh" çektim. 
 
  
İşte Riad'ımızın bulunduğu sokak bu. Yolun sonu çıkmaz sokak olduğu için bu işaretler varmış. Riad'a girdiğimizde Fas'ın meşhur nane çayından ikram ettiler. Bu çay taze naneye şeker ve sıcak su eklenerek yapılıyor ve afiyetle içiliyor. Eğer çok şekerli çay sevmiyorsanız belirtin derim. Valizimizi bıraktıktan sonra "Jemaa el-Fnaa" meydanına geri döndük. Burada bir çok sokak lokantaları görebilirsiniz. Benim ilk gözüme çarpan salyangoz çorbası tencereleriydi. İnsanların etrafında iştahla beklediği bu çorba benim iştahımı kesmişti. Fas'ın meşhur yemekleri olan Tajini ve Kuskusu da bu meydanda bulabilirsiniz. Bu ülkenin en büyük problemi ise turiste yapışıp bunaltmaları, bu sıkıntı yemek tezgahlarında da vardı. Her önünden geçtiğimiz yerde bir personelin peşinize takılması ve "Turkıyea, Merhaba, Hasan Şaş yavaş yavaş" demeleri önceleri size sempatik gelse de bir süre sonra muhtemelen rahatsız olacaksınız. Daha fazla aç kalmamak için temiz gördüğümüz bir yere oturduk. Biz istemeden masaya ekmek, tadını pek beğenmediğimiz iki çeşit sos ve zeytin getirdiler. Menüden bir Kuskus ve kebap tarzı bir yemek seçtik. Bir de büyük boy su. Yemeğimizi yeyip hesabı istedikten sonra asıl sürprizle karşılaştık. Bu meydanda ekmek bile ikram değil. 105 dinar hesap ödeyip sinirli bir şekilde buradan ayrıldık. Yine aynı meydanda gördüğümüz bir tatlıcıdan Türkiye'deki halka tatlısına benzeyen üzeri susamlı bir tatlı aldık ve meydanda turlamaya başladık. Bir tarafta canlı kaplumbağa, dondurulmuş kirpi, farklı hayvanların boynuzları gibi ilginç büyü malzemeleri satan seyyar satıcılar; diğer tarafta müzisyenleri ve falcıları ile capcanlı bir meydan burası. Şarkı söyleyip oynayan gruplardan birisini seçiyoruz ve yerel halkın arkasından anlam veremediğimiz dansları izlemeye başlıyoruz. Marakeş'te insanlar akşam saatlerinde televizyon izlemektense, bu gösterileri izlemeyi tercih ediyorlarmış. Bu tablo içerisinde kendimizi özenle kurulmuş bir film sahnesinin içinde gibi hissediyoruz ve bu anların kaydını almak istiyoruz. Eşim videoya çekmek için kamerayı açıp bir kaç saniye bu dansçıları çekiyor. Hazırlıklı olun bu meydanda kimin ve neyin fotoğrafını çekerseniz karşılığında para isteyecektir. Bir tecrübe daha kazandıktan sonra benim çok hoşuma giden taze sıkılmış portakal suyundan alıyoruz 4 dirheme.  Bir yandan portakal suyu içerken diğer yandan da geç saatlere kadar açık olan dükkanlara göz gezdiriyoruz. Sizlere tavsiyem Marakeş'ten hiçbir şey almamanız olacaktır çünkü buraya bütün ürünler Fez'den geliyor, eğer rotanızda Fez'e uğramak varsa daha uygun ve daha kaliteli ürünleri orada bulabileceğinizi garanti edebilirim. Ama Türkiye'de olmayan çok değişik bir ürün görmedim ben her iki şehirde de o yüzden pek birşey almadım diyebilirim. Zaten bu ülkeden alabileceğiniz en değerli şey; bir zaman makinasının içine girmişsiniz hissi. Yorucu bir günün ardından kimseciklerin olmadığı sokaklarda Riadımıza doğru ilerliyoruz.
Sabah olduğunda otelimizin güzel avlusunda reçelli, tereyağlı ve değişik bir gözleme çeşidiyle kahvaltımızı yapıyoruz ve daha önceden belirlediğimiz bir kaç saraya gitmek için yola düşüyoruz. 
İlk durağımız Bahia Sarayı. Türkiye'de bir sarayı ziyaret ettiğinizde döneminde kullanılan halısından avizesine kadar geniş bir yelpazede o saraya ait olabilecek bütün eşyaları görebilirsiniz. Benim de beklentim bu şekildeydi ama bu ve diğer saraylarda binayı oluşturan güzel ahşap oymalar ve boyamalar dışında bir şey yok. Yine de görülmesi gereken yerler olduğunu düşünüyorum.
                                                           Bahia Sarayı'nın avlusu
                                         Her duvarda görebileceğiniz oymacılık örneklerinden...
                                                Odanın içinde bulunan iki kitaplıktan birisi,
                                                                çok zarif ve renkli  ...  
   
Bahia Sarayında dolaştıktan sonra çok hoşumuza giden dar sokaklara giriyoruz tekrar. Bir köşede okula giden çocuklar, diğer tarafta eşeğine yük yükleyen amcayı görüyoruz ve içimize geçmişin sıcaklığı doluyor.
                                                                
Palais Badia'ya doğru yol alıyoruz bu sıcak manzaralar arasında. Bu saraya geldiğimizde görüyoruz ki tadilat nedeniyle kapalı. Hayırlısı diyerek şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Ertesi günkü Essaouira gezisi için otobüs biletlerimizi almak için yola koyuluyoruz. Fas gezisinde Fez'e kadar hiç taksi kullanmadık. Sizlere de tavsiye ederim.Sadece 4 dinar vereceğiniz otobüsün ilk durağı Medina'da olduğu için çok rahat yolculuk edebilirsiniz. Ama baştan uyarmalıyım çoğu otobüsün "DUR" ikaz düğmesi çalışmıyor. İneceğiniz durakta kapıya yanaşıp kapının üzerindeki demir kısma bir kaç defa şoförün duyabileceği şekilde vurmanız gerekiyor. :) Tren istasyonunun yanında bulunan CTM adlı otobüs firmasından biletlerimizi alıyoruz. CTM ve Supratours dışında sizlere önerebileceğim başka otobüs firması yok. Çünkü kapısı kapanmayan, koltukları kırık, penceresi olmayan otobüsler bile görmeniz mümkün diğer firmalarda. Tatsız sürprizlerle karşılaşmak istemiyorsanız CTM veya Supratours'u tercih edin derim. Ve öğlen yemeği yemek için "Amal Women's Training Center&Morroccan Restaurant" isimli mekana gidiyoruz. Burası Medina dışında sadece kadınların çalıştığı, yemekleri kendilerinin yaptığı güzel bir mekan. Buraya da yürüyerek gittiğimiz için baya yürüyoruz. Ama lezzetli yemekleri ve tatlıları yürüdüğümüz yola değdi doğrusu. Burada Fransızca yada Arapça bilmediğimiz için komik bir olay da geliyor başımıza. Eşim nane çayına limon katarak denemek isteyince hanımlardan birisine üzerinde limon baskısı olan peçeteyi gösterip "lemon" deyince anlamayarak önce peçete getiriyorlar. Ama deneme isteğimizde ısrarcı oluyoruz ve bir kez daha anlatmaya çalışıyoruz. Bu sefer de limonata geliyor masamıza. Limonatamızı içip peçeteyi de çantamıza attıktan sonra (yolcu hali lazım olur) düşüyoruz Medina yoluna.

                                                          Limonata ve peçetemiz...


 Medina'ya vardığımızda öncelikle Jemaa el-Fnaa meydanına tekrar uğruyoruz gündüz şenliklerini görmek için. Gündüz bu meydanda yılan oynatıcıları ve dans eden maymunları göreceksiniz. Aman ha dikkat biraz meraklı durursanız yılanı üzerinize atabilirler. Aslında korkulacak bir şey yok çünkü yılanlar uyuşturulmuşlar. Ama biz hastalık tehlikesinden korktuğumuz için hem maymunlardan hemde yılanlardan uzak duruyoruz.

 Meydandaki gösterileri biraz izledikten sonra meydana çok yakın olan ve Medina'nın bir çok yerinden minaresini görebileceğiniz Koutoubia camine doğru yol alıyoruz. Caminin kapılarının kapalı olduğunu görünce ufaktan bir üzülüyoruz, ilk caminin kalıntılarını görmek için caminin arka tarafına doğru gidiyoruz. İlk caminin ise hikayesi şu; ilk caminin inşaatı devam ederken kıblenin yanlış tarafta olduğunu fark ediyorlar. Bunun üzerine binadaki taşları yan taraftaki araziye taşıyarak yeni camiyi inşa etmişler. İlk caminin kalıntıları ise hala burada duruyor.
                                                               Koutoubia Camii

Fotoğrafta da gördüğümüz gibi Koutoubia camii Marakeş'in tanımına uygun kırmızı taşla inşa edilmiştir. Kare formlu minaresi 70 metre yüksekliğinde, camii minarelerinin üzerinde bizim alıştığımız gibi hilal değil; 3 tane kürenin aynı çubuğa takıldığını göreceksiniz. Alttaki en büyük küre "La Ilahe" ortadaki ikinci küre "Illallah" üstteki küçük küre ise "Muhammadur Rasulullah" anlamını taşıyor. Bu şekilde Kelime-i Tevhid'i minarelere nakşetmişler. Bu caminin minaresine, imam yaşlandığı zaman atla çıktığı da biliniyor. Bu minaredeki güzel işlemeleri izledikten sonra hemen arkamızdaki parka gidiyor ve biraz soluklanıyoruz.
                                                              Parc Lalla Hasna

                                                         
Parkta da yine minareyi rahatlıkla görebiliyor ve biraz soluklanıyoruz. Eşim parkın girişinde gördüğü çaycıdan ufak bir bardak çay alıyor 3 dirheme. Çaydanlığın görünümünü beğenmediğim için ön yargılı yaklaştım ama tadına baktıktan sonra almadığıma pişman oldum. Biraz şekerli bir nane çayıydı ama denemenizi tavsiye ederim.

Parkta enerji topladıktan sonra meydana geri dönüyoruz. Geri dönüş yolunda bir askere soru sorarken camideki bir görevli bizi camiye buyur ediyor ve abdest almamız için bizi caminin avlusuna götürüyor. Namaz vakitleri dışında kapalı olan bu camide namaz kılmak istiyorsanız kapıyı tıklatmanız yeterli olacaktır. Ufak bir de not; Fas'ta müslüman olmayanlar dışındakileri camilere almıyorlar. Camideki görevliyle eşim biraz muhabbet ediyor ve Osmanlı'nın özlemini duyanın tek biz olmadığımızı anlıyor ve mutlu oluyoruz. Sonrasında "souk" denilen çarşıları biraz dolanıyoruz. Ben göz ucuyla çay kaşığı koleksiyonuma yeni bir parça arıyorum ama gönlüme göre orijinal bir kaşık bulamıyorum. Aslına bakarsanız orijinal ve almaya değer pek bir şey bulamıyorum ve yarım saat içinde sıkılarak meydana dönüyoruz. Bu sefer meydandaki "Hariri" denilen çorbayı yapan yerleri görüyorum ve denemek için gözümüzün tuttuğu, temiz bir yere oturuyoruz. Bu çorba biraz bizim mercimek çorbasını andırıyor görünüş itibariyle ama tadı daha farklı ve çok lezzetli kesinlikle denemelisiniz.
                                                                  Hariri çorbası
Hariri çorbasını içtikten sonra ara sokaklarda geziyoruz. Yerel halkın pek de turist görmeye alışık olmadığı sokaklarda yabancı bakışlar altında yürüyoruz. Gezinin en güzel kısmı bu sanırım diye düşünüyorum hala... Bu sokaklarda gördüğüm bir avokadocudan birer tane avokado alıyoruz. Satıcı çocuk bizim için ikiye bölüyor avokadolarımızı. Kesinlikle denemeniz gereken diğer bir lezzet buradaki avokado ve muzlar neden bilemiyorum ama çok lezzetli. :) Dönüşte el arabasında çorbacıda gördüğümüz tahta kaşıklardan satan bir amca görüyoruz. Başlıyoruz pazarlığa, tanesi 15 dinardan pazarlığa başladığımız kaşıkların son fiyatı olara 5 dinara karar veriyor, anlaşıyor ve 10 tane alıyoruz. Artık evimizde de çorba kaşığı olarak bunları kullanıyoruz. :) Tekrar meydana çıktığımızda bir çocuk bizden para istiyor ve ona para yerine çikolata verdiğimizde "ben para istiyorum, çikolata değil" diyerek çikolatayı iade ediyor. Bu duruma üzüldüm ve hala çocukluğunu kaybetmiş o çocuğu düşünüyorum. Bir çocuğa çikolatadan daha tatlı ne gelebilir ki? Bu düşünceler eşliğinde riadımıza dönüyoruz. Ertesi günkü planlarımız arasında Manera bahçelerini gezip otobüsümüze binerek ilk şehrimizden ayrılmak var. Ertesi sabah riadın çatısına vuran yağmur sesleriyle uyanıyoruz ve Manera bahçelerine gitme hayallerimiz suya düşüyor. Moralimizi bozmuyor ve kahvaltı yaptıktan sonra şehir içi otobüslere binerek tren istasyonuna gidiyoruz. Ertesi günkü Tangier(Tanca) yolculuğu için tren biletlerimizi alıyoruz. Tren biletlerinizi First class almanızı tavsiye ediyorum. Arada çok fiyat farkı yok ve daha rahat. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 340 dirheme biletlerimizi alıyor ve Essaouira'ya doğru yola çıkıyoruz... Bir sonraki yazımda okyanusun kenarında bulunan bu harika şehirden bahsedeceğim inşallah.  :)