Kasap
Kıymayı 15 dinara alıyoruz ve pişirecek olan kişiye veriyoruz. Köftelerimiz pişiyor bu sefer köfteyi pişiren 3 dinar istiyor. Yani 18 dinara bir köfte ekmek alıyoruz. Meraklı bir şekilde tadına bakıyoruz köftenin ve bu nefis lezzet karşısında kayıtsız kalamayıp bir tane daha alıyoruz otobüs hareket etmeden. Sonrasında da hiçbir sağlık problemi yaşamıyoruz. Hatta bir tane daha almadığımıza pişman oluyoruz.
Köftelerin pişirildiği tezgah
Akşam vaktine denk geliyor yine yolculuğumuz, köylerin yanından geçiyoruz bir kaç evin kapısı açık ve elektrik olmayan bir evde bir kaç mum ışığı altında yerde oturan ve yemek yediklerini düşündüğüm bir aile görüyorum. Uzun bir zaman bu aileyi düşündüm yolculuk esnasında. Yine yaklaşık 4 saatlik bir yolculuk sonrasında Fas gezimizin son durağı olan Fez'e geliyoruz.Fas, isim açısından zengin bir ülke. Biz Fas olarak biliyoruz, ama Batılılar “Morocco”, Araplar ise “Mağrip” diyorlar. Bu isim zenginliğinin nedeni ise; Araplar, coğrafi konumu esas alarak bir adlandırma yapmışlar. Ülkenin tam Arapça ismi El-Memleke El-Mağribbiyye (Batı Krallığı) olmakla beraber genellikle El-Mağrip (Batı) ismi kullanılıyormuş. “Morocco”nun kökeni, Latincedeki –Marakeş’e verilen- “Morroch” ismiymiş. Marakeş ise Berberice’de “Tanrının Toprakları” manasını veren Mur-Akush kelimesinden geliyormuş. Türkler de bu ülkeye Osmanlı'dan kalma bir alışkanlıkla o dönemin başkenti olan “Fas” diyorlarmış. Her yerde polis ve askerler var riada geldikten sonra öğreniyoruz ki; kralın eşi Fez'liymiş.O sırada da kral Fez'de bulunduğu için yoğun güvenlik önlemi varmış. Otobüsten iniyoruz. Otogar medinaya uzak olduğu için toplu taşıma kullanmayı düşünüyoruz ama 1 haftadır yorgun düştüğümüz için hemen bu fikirden cayıyoruz ve bir petit taksi ile 50 dinara anlaşıyoruz. Yolda şoför isimlerimizi soruyor; "Ayşe" dediğimde bana "Aişe mü'minlerin annesidir" diyor arapça. Neden bilmiyorum ama duygulanıyorum. Çok da uzun sürmeyen bir yolculuk sonrasında daha önce otelin adını verdiği medina kapısına geliyoruz. Hava karanlık ve sokaklar bomboş. Bir grup genç görüyoruz, bize yardım etmek istiyorlar ama reddediyoruz ve otelimizi daha önceden otelden istediğimiz harita ile buluyoruz kolayca. Riada girdiğimizde yine sıcak bir görevli karşılıyor bizi. Ertesi gün planımızda; Attarin Medresesi, Moulay Abdellah Quarter, Bab Bou Jeloud, Kairaouine(Kareviyyun) Camii ve Üniversitesi, Fontaine Nejjarine, Jardin Jnan Sbil var. Hatırladığım kadarıyla bahsetmek gerekirse;
- Attarin Medresesi; El Attarin medresesi,1323-1325 yıllarında Merinid sülalesinden Sultan Yakup Ebu Said Osman II tarafından arap-Endülüs mimari tarzında yaptırılmış. Duvarlardaki oymalara bakmaya doyamıyor insan, incecik nakış gibi işlenmiş bu oymaları görmeden geçmeyin derim.
Moulay Adellah Quarter; Hala eski usul deri terbiye ve işleminin kullanıldığı bir tabakhane burası. Etrafını saran dükkanların teraslarına ücretsiz olarak çıkarak buradaki çalışmayı izleyebilirsiniz. Terasa çıkarken kokudan rahatsız olmamanız için sizlere taze nane ikram edilecektir, biz gün boyu orada çalışan insanlara saygısızlık etmemek için almadık ve kokunun çok da kötü olmadığını söylemek istiyorum.
Bab Bou Jeloud; şehrin batı tarafında bulunan ana giriş olan bu kapının özelliği ise, süsü diyebiliriz.
Kairaouine(Kareviyyun) Camii ve Üniversitesi; Milattan Sonra 859 yılında kurulan ve kurulduğundan bu yana faaliyetini sürdüren Al-Karaouine Üniversitesi Dünyanın en eski üniversitesi olarak Guiness rekorlar kitabına geçmiştir. Bu camiye de girmek için müslüman olma şartı aranıyor. İçeride fotoğraf çekmeye de izin olan bu yerdeki havayı solumak güzel bir deneyim olacaktır.
Fontaine Nejjarine; ahşap sanatları ve ürünleri müzesi olarak geçen bu müzeye girmek için başta sabırsızlanıyoruz ama gezdikçe hayal kırıklığına uğradığımız bir müze burası. İçeride çekim yapmak yasak, bina dışında da özel pek bir ürün göremedik. Hatta "kaldığımız riad daha güzel boşuna 40 dinar verdik buraya" diyor ve memnuniyetsiz ayrılıyoruz bu müzeden.
Son olarak Jardin Jnan Sbil kalıyor bugünkü planımızda saat baya ilerliyor ve acıkıyoruz. Bu şehrin sokakları diğer Fas şehirlerinden daha dar ve bu şehirde de selam verdiğimiz herkesin bizden sadaka talep etmesi canımızı sıkıyor.Tam bunaldık derken yanımızdan geçen bir Fas'lı "arkadaş nasılsın?" diyor ve güldürüyor bizi. Jardin Jnan Sbil'e gidip dönüşte yemek yemeye karar veriyoruz.
Jardin Jnan Sbil; şehre yakın ve güzel bir bahçe.
Bahçeden ayrıldıktan sonra ufak bir dükkanda turistlerden ziyade halkın ekmek arası baharatlarla kavrulmuş et veya tavuk yediği bir yere oturuyoruz ve 40 dinara 2 kişi için doyurucu bir yemek yiyoruz. Yemek sonrasında da köşebaşında gördüğümüz bir yerden taze nar suyu içiyoruz. Daha önce hep Fez'den alırız dediğimiz deri ürünlere bakıyoruz. Bir kaç ufak deri ürün alıyoruz bu şehirde. Aklımızda ise sadece bu ülkede üretilen argan yağından almak var ama bir türlü güvenemiyoruz baktığımız dükkanlara. Kısmetimizde varsa buluruz diyerek riadımıza ilerliyoruz. Prensip olarak bir şehirde insanların içine karışmadan ayrılmayı reddediyoruz seyahatimizde ve ertesi günümüzü pazarları dolaşmaya ayırarak erken saatlerde riada gidiyor ve terastan Fez'i izliyoruz.
Ertesi gün ayın 26'sı ve Fas'ta son günümüz. Bu günümüzü pazarları dolaşmaya ayırıyoruz, kahvaltıdan sonra insanları izleyerek atıyoruz kendimizi kalabalığın içine. Bir gece öncesinden otel görevlisinden adını aldığımız bir dükkandan güvenebileceğimiz argan yağını alıyoruz yarım litresi 150 dirheme. İsmi Hatice olan bu kardeşle bir anda sıcak bir iletişim kuruyoruz ve sarılarak ayrılıyoruz bu sıcak kardeşimizin dükkanından. Tam dükkandan çıkarken zaten küçücük olan sokakta eşeklerle yük taşıdıklarını görüyor ve gülüyoruz. Bu pazarlar bana eski filmlerdeki pazar sahnelerini hatırlatıyor. Bir yandan dükkanlardan sarkan renk renk şallar, kumaşlar, diğer yanda ekmek tezgahları, diğer yanda renkli zeytin kavanozlarıyla bezenmiş dükkanlar, diğer bir yanda ise hala gıdaklayan veya karmaşadan sabahını şaşırmış korkuyla öten horozlar. Burada tam bir curcuna var. Herkes ve herşey çok doğal, bu tablo içimi ısıtıyor. Odun ateşinde pişirilen küçük yuvarlak ekmeklerin tadını çok beğendiğimiz için 6 tane alıyoruz eve getirmek için, bir de pazarda enginar görüyoruz taptaze mis gibi dayanamayarak 4 tane de enginar alıyoruz Fez'den. Bunların hepsini yaparken hala aklımda kaşık koleksiyonum için bir kaşık almak var. Bir kaşık kestiriyorum gözüme bana bu ülkenin işlemeli duvarlarını hatırlatacak. Sıkı bir pazarlıkla 40 dinara da bu kaşığı alıyorum ve içim rahat ediyor. Dükkandan tam da çıkacakken bir de bakıyorum ki burnumun dibinde bir el arabası ve içinde kımıl kımıl hareket eden salyangozlar var ufak bir şoktan sonra kendime geliyorum. Karşı dükkandaki bir amca 2 kilo alıyor bu taptaze salyangozlardan, satan kişi poşete bir kaç delik açarak hemen ölmelerini engelliyor. Bir gün öncesinden tadını beğendiğimiz dürümlerden ve nar suyundan birer bardak daha içiyoruz ve riadın yolunu tutuyoruz. 2 gündür aynı çeşmenin önünden her geçişimizde gördüğümüz yaşlı amcaya selam veriyor eşim. Bu amcanın neden o çeşmenin başında sabahtan akşama kadar oturduğunu hala merak ediyoruz.
Valizimizi alıyor ve taş sokaklarda tıngır mıngır ilerliyoruz son kez. Havaalanı uzak olduğu için 150 dinara anlaştığımız taksiye biniyoruz. Yeni şehrin içinden geçerken bir çok ünlü markanın olduğu alışveriş merkezlerini görüyoruz. Burası Fas'ın eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu için baya gelişmiş bir şehir. Yeni şehrin merkezinde bir kırmızı ışığa yakalanıyoruz...
İşlemeli trafik lambaları
Bu süslemeli trafik ışıkları ile bezeli 30 dakikalık bir yolculuktan sonra havaalanına varıyoruz. Vakit dönüş vakti. Tarih kokan bu ülkeyi seviyor gönlüm sebepsizce hele ki Essaouira'yı unutamıyorum üzerine gördüğüm 3 şehre rağmen... Fas'ı sadece anlatmaya çalıştım, İslam'a dair anlatılamayacak bir çok güzel his var bu beldelerde. Sürç-i lisan ettiysem affola. Fotoğrafların ve videoların çekimini yapan eşime de huzurlarınızda teşekkür ederim. Kaşık koleksiyonumla sizlere veda ediyorum bu seferlik. Allah'a emanet olun.
- Attarin Medresesi; El Attarin medresesi,1323-1325 yıllarında Merinid sülalesinden Sultan Yakup Ebu Said Osman II tarafından arap-Endülüs mimari tarzında yaptırılmış. Duvarlardaki oymalara bakmaya doyamıyor insan, incecik nakış gibi işlenmiş bu oymaları görmeden geçmeyin derim.
Moulay Adellah Quarter; Hala eski usul deri terbiye ve işleminin kullanıldığı bir tabakhane burası. Etrafını saran dükkanların teraslarına ücretsiz olarak çıkarak buradaki çalışmayı izleyebilirsiniz. Terasa çıkarken kokudan rahatsız olmamanız için sizlere taze nane ikram edilecektir, biz gün boyu orada çalışan insanlara saygısızlık etmemek için almadık ve kokunun çok da kötü olmadığını söylemek istiyorum.
Bab Bou Jeloud; şehrin batı tarafında bulunan ana giriş olan bu kapının özelliği ise, süsü diyebiliriz.
Kairaouine(Kareviyyun) Camii ve Üniversitesi; Milattan Sonra 859 yılında kurulan ve kurulduğundan bu yana faaliyetini sürdüren Al-Karaouine Üniversitesi Dünyanın en eski üniversitesi olarak Guiness rekorlar kitabına geçmiştir. Bu camiye de girmek için müslüman olma şartı aranıyor. İçeride fotoğraf çekmeye de izin olan bu yerdeki havayı solumak güzel bir deneyim olacaktır.
Fontaine Nejjarine; ahşap sanatları ve ürünleri müzesi olarak geçen bu müzeye girmek için başta sabırsızlanıyoruz ama gezdikçe hayal kırıklığına uğradığımız bir müze burası. İçeride çekim yapmak yasak, bina dışında da özel pek bir ürün göremedik. Hatta "kaldığımız riad daha güzel boşuna 40 dinar verdik buraya" diyor ve memnuniyetsiz ayrılıyoruz bu müzeden.
Son olarak Jardin Jnan Sbil kalıyor bugünkü planımızda saat baya ilerliyor ve acıkıyoruz. Bu şehrin sokakları diğer Fas şehirlerinden daha dar ve bu şehirde de selam verdiğimiz herkesin bizden sadaka talep etmesi canımızı sıkıyor.Tam bunaldık derken yanımızdan geçen bir Fas'lı "arkadaş nasılsın?" diyor ve güldürüyor bizi. Jardin Jnan Sbil'e gidip dönüşte yemek yemeye karar veriyoruz.
Jardin Jnan Sbil; şehre yakın ve güzel bir bahçe.
Bahçeden ayrıldıktan sonra ufak bir dükkanda turistlerden ziyade halkın ekmek arası baharatlarla kavrulmuş et veya tavuk yediği bir yere oturuyoruz ve 40 dinara 2 kişi için doyurucu bir yemek yiyoruz. Yemek sonrasında da köşebaşında gördüğümüz bir yerden taze nar suyu içiyoruz. Daha önce hep Fez'den alırız dediğimiz deri ürünlere bakıyoruz. Bir kaç ufak deri ürün alıyoruz bu şehirde. Aklımızda ise sadece bu ülkede üretilen argan yağından almak var ama bir türlü güvenemiyoruz baktığımız dükkanlara. Kısmetimizde varsa buluruz diyerek riadımıza ilerliyoruz. Prensip olarak bir şehirde insanların içine karışmadan ayrılmayı reddediyoruz seyahatimizde ve ertesi günümüzü pazarları dolaşmaya ayırarak erken saatlerde riada gidiyor ve terastan Fez'i izliyoruz.
Ertesi gün ayın 26'sı ve Fas'ta son günümüz. Bu günümüzü pazarları dolaşmaya ayırıyoruz, kahvaltıdan sonra insanları izleyerek atıyoruz kendimizi kalabalığın içine. Bir gece öncesinden otel görevlisinden adını aldığımız bir dükkandan güvenebileceğimiz argan yağını alıyoruz yarım litresi 150 dirheme. İsmi Hatice olan bu kardeşle bir anda sıcak bir iletişim kuruyoruz ve sarılarak ayrılıyoruz bu sıcak kardeşimizin dükkanından. Tam dükkandan çıkarken zaten küçücük olan sokakta eşeklerle yük taşıdıklarını görüyor ve gülüyoruz. Bu pazarlar bana eski filmlerdeki pazar sahnelerini hatırlatıyor. Bir yandan dükkanlardan sarkan renk renk şallar, kumaşlar, diğer yanda ekmek tezgahları, diğer yanda renkli zeytin kavanozlarıyla bezenmiş dükkanlar, diğer bir yanda ise hala gıdaklayan veya karmaşadan sabahını şaşırmış korkuyla öten horozlar. Burada tam bir curcuna var. Herkes ve herşey çok doğal, bu tablo içimi ısıtıyor. Odun ateşinde pişirilen küçük yuvarlak ekmeklerin tadını çok beğendiğimiz için 6 tane alıyoruz eve getirmek için, bir de pazarda enginar görüyoruz taptaze mis gibi dayanamayarak 4 tane de enginar alıyoruz Fez'den. Bunların hepsini yaparken hala aklımda kaşık koleksiyonum için bir kaşık almak var. Bir kaşık kestiriyorum gözüme bana bu ülkenin işlemeli duvarlarını hatırlatacak. Sıkı bir pazarlıkla 40 dinara da bu kaşığı alıyorum ve içim rahat ediyor. Dükkandan tam da çıkacakken bir de bakıyorum ki burnumun dibinde bir el arabası ve içinde kımıl kımıl hareket eden salyangozlar var ufak bir şoktan sonra kendime geliyorum. Karşı dükkandaki bir amca 2 kilo alıyor bu taptaze salyangozlardan, satan kişi poşete bir kaç delik açarak hemen ölmelerini engelliyor. Bir gün öncesinden tadını beğendiğimiz dürümlerden ve nar suyundan birer bardak daha içiyoruz ve riadın yolunu tutuyoruz. 2 gündür aynı çeşmenin önünden her geçişimizde gördüğümüz yaşlı amcaya selam veriyor eşim. Bu amcanın neden o çeşmenin başında sabahtan akşama kadar oturduğunu hala merak ediyoruz.
Valizimizi alıyor ve taş sokaklarda tıngır mıngır ilerliyoruz son kez. Havaalanı uzak olduğu için 150 dinara anlaştığımız taksiye biniyoruz. Yeni şehrin içinden geçerken bir çok ünlü markanın olduğu alışveriş merkezlerini görüyoruz. Burası Fas'ın eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu için baya gelişmiş bir şehir. Yeni şehrin merkezinde bir kırmızı ışığa yakalanıyoruz...
İşlemeli trafik lambaları
Bu süslemeli trafik ışıkları ile bezeli 30 dakikalık bir yolculuktan sonra havaalanına varıyoruz. Vakit dönüş vakti. Tarih kokan bu ülkeyi seviyor gönlüm sebepsizce hele ki Essaouira'yı unutamıyorum üzerine gördüğüm 3 şehre rağmen... Fas'ı sadece anlatmaya çalıştım, İslam'a dair anlatılamayacak bir çok güzel his var bu beldelerde. Sürç-i lisan ettiysem affola. Fotoğrafların ve videoların çekimini yapan eşime de huzurlarınızda teşekkür ederim. Kaşık koleksiyonumla sizlere veda ediyorum bu seferlik. Allah'a emanet olun.








Hiç yorum yok:
Yorum Gönder