Bir süredir düşündüğümüz Fas gezisine bir çarşamba günü akşamı okuldan geldiğimde karşılaştığım ¨ haftaya çarşamba Fas'a gidelim mi? ¨ sorusuyla karar verdik. Tabiki bu kararı vermemizdeki en büyük etken vize almamıza gerek olmayan bir ülke olmasıydı. Bir kaç saat içerisinde uçak biletimizi aldık ve ilerleyen günlerde otel rezarvasyonlarımızı booking.com'dan oradaki yorumları dikkate alarak yaptık. Bütün otellerimizi "Riad" yani otele dönüştürülmüş hala eski havasını kaybetmemiş; ahşap oymalı ve avlulu Fas konaklarından seçtik. Fas ile ilgili bir sürü bilgi edindim bu bir hafta içerisinde. Ama ilk işim telefonuma Arapça ve Fransızca sözlük yüklemek oldu. Çok ihtiyacım olmadı ama tavsiye ederim. Uçağımız Londra Stansted'den Marakeş'e olduğu için gezi rotamızın ilk şehri Marakeş oldu. İstanbul Atatürk Havaalanından sizde kolaylıkla uçak bileti bulabilirsiniz. Yolculuğumuz Çarşamba sabahı erkenden başladı. 4 saatlik bir uçak yolculuğu sonrasında Marakeş'e indik, iner inmez sıcağın ve tozun kokusunu aldım. Soğuk İngiltere havasından sonra biraz ısındım. Uçaktan indiğimizde dört bir yanda tüfekleriyle ve silahlarıyla bekleyen asker ve polislerden biraz tedirgin oldum, ama şehir merkezinde de sık sık göreceğiniz bir manzara bu tedirgin olmaya gerek yok. Eğer taksi kullanmayıp tamamen şehre ve halka karışmak istiyorsanız otobüsler hiç de fena fikir değil.
MARAKEŞ
Havaalanından eski şehre yani Medina denilen bölgeye gitmek için havaalanının önünden 30 dakikada bir hareket eden halk otobüsüne bindik bu otobüs havaalanına özel olduğu için kişibaşı 30 dinar yani yaklaşık 7,5 TL ödedik ve eski şehre doğru yola çıktık. Bizim Marakeşe gittiğimiz gün Amerikan Başkan yardımcısı şehre geldiği için yollar kapalıydı ve 1 saat otobüs bekledik. Şehre vardığımızı; sur kapısından girişimizden ve atlardan, eşeklerden anladım. Yerel halk burada eşek ve atı sıklıkla kullanıyor. Kimisi tüp taşıyor, kimisi üzerine yüklediği yükleri bir dükkana götürüyor. 1 saat otobüs beklediğimiz için şehre varana kadar hava kararmış ve gece olmuştu. Otobüsün son durağında indik sağ tarafımızdaki parkın içinden geçerek
Jemaa el-Fnaa meydanına ulaştık. Biraz meydanın hareketliliğini izledikten ve yemek kokularını içimize çektikten sonra valizlerinizden hemen kurtulup geri gelmek ve yemek yiyebilmek için otelin yolunu tuttuk. Sanmayın ki geniş geniş sokaklarda rahat rahat yürüyeceksiniz ! Bu sokaklar, son model telefonunuzun navigasyonun bile algılayıp doğru gösteremediği sokaklar. O yüzden mutlaka otellerinizden kroki isteyin ve çıktısını alın. Meydandan ayrılıp sokağa girdiğimiz an elimizdeki valizin sesini duyan bizi otele götürmeyi teklif etti. Ama bu teklifler maalesef karşılıksız değil. Aşırı fiyatlar isteyebilirler aman dikkat ! Biz iki küçük çocuktan yardım aldık ve 10 dinar ile 2'şer tane şeker verdik. Ama çocukların bizi soktuğu sokaklar çok korkunç ve karanlık olduğu için o an yüreğim ağzıma geldi, şu an böyle rahat anlattığıma bakmayın. Duvarlarda arapça yazılar ve "Girilmez" işaretleri çizilmiş olan bu sokağın sonunda Riad'ın kapısı açıldı ve büyük bir "ohhh" çektim.
İşte Riad'ımızın bulunduğu sokak bu. Yolun sonu çıkmaz sokak olduğu için bu işaretler varmış. Riad'a girdiğimizde Fas'ın meşhur nane çayından ikram ettiler. Bu çay taze naneye şeker ve sıcak su eklenerek yapılıyor ve afiyetle içiliyor. Eğer çok şekerli çay sevmiyorsanız belirtin derim. Valizimizi bıraktıktan sonra "Jemaa el-Fnaa" meydanına geri döndük. Burada bir çok sokak lokantaları görebilirsiniz. Benim ilk gözüme çarpan salyangoz çorbası tencereleriydi. İnsanların etrafında iştahla beklediği bu çorba benim iştahımı kesmişti. Fas'ın meşhur yemekleri olan Tajini ve Kuskusu da bu meydanda bulabilirsiniz. Bu ülkenin en büyük problemi ise turiste yapışıp bunaltmaları, bu sıkıntı yemek tezgahlarında da vardı. Her önünden geçtiğimiz yerde bir personelin peşinize takılması ve "Turkıyea, Merhaba, Hasan Şaş yavaş yavaş" demeleri önceleri size sempatik gelse de bir süre sonra muhtemelen rahatsız olacaksınız. Daha fazla aç kalmamak için temiz gördüğümüz bir yere oturduk. Biz istemeden masaya ekmek, tadını pek beğenmediğimiz iki çeşit sos ve zeytin getirdiler. Menüden bir Kuskus ve kebap tarzı bir yemek seçtik. Bir de büyük boy su. Yemeğimizi yeyip hesabı istedikten sonra asıl sürprizle karşılaştık. Bu meydanda ekmek bile ikram değil. 105 dinar hesap ödeyip sinirli bir şekilde buradan ayrıldık. Yine aynı meydanda gördüğümüz bir tatlıcıdan Türkiye'deki halka tatlısına benzeyen üzeri susamlı bir tatlı aldık ve meydanda turlamaya başladık. Bir tarafta canlı kaplumbağa, dondurulmuş kirpi, farklı hayvanların boynuzları gibi ilginç büyü malzemeleri satan seyyar satıcılar; diğer tarafta müzisyenleri ve falcıları ile capcanlı bir meydan burası. Şarkı söyleyip oynayan gruplardan birisini seçiyoruz ve yerel halkın arkasından anlam veremediğimiz dansları izlemeye başlıyoruz. Marakeş'te insanlar akşam saatlerinde televizyon izlemektense, bu gösterileri izlemeyi tercih ediyorlarmış. Bu tablo içerisinde kendimizi özenle kurulmuş bir film sahnesinin içinde gibi hissediyoruz ve bu anların kaydını almak istiyoruz. Eşim videoya çekmek için kamerayı açıp bir kaç saniye bu dansçıları çekiyor. Hazırlıklı olun bu meydanda kimin ve neyin fotoğrafını çekerseniz karşılığında para isteyecektir. Bir tecrübe daha kazandıktan sonra benim çok hoşuma giden taze sıkılmış portakal suyundan alıyoruz 4 dirheme. Bir yandan portakal suyu içerken diğer yandan da geç saatlere kadar açık olan dükkanlara göz gezdiriyoruz. Sizlere tavsiyem Marakeş'ten hiçbir şey almamanız olacaktır çünkü buraya bütün ürünler Fez'den geliyor, eğer rotanızda Fez'e uğramak varsa daha uygun ve daha kaliteli ürünleri orada bulabileceğinizi garanti edebilirim. Ama Türkiye'de olmayan çok değişik bir ürün görmedim ben her iki şehirde de o yüzden pek birşey almadım diyebilirim. Zaten bu ülkeden alabileceğiniz en değerli şey; bir zaman makinasının içine girmişsiniz hissi. Yorucu bir günün ardından kimseciklerin olmadığı sokaklarda Riadımıza doğru ilerliyoruz.
Sabah olduğunda otelimizin güzel avlusunda reçelli, tereyağlı ve değişik bir gözleme çeşidiyle kahvaltımızı yapıyoruz ve daha önceden belirlediğimiz bir kaç saraya gitmek için yola düşüyoruz.
İlk durağımız Bahia Sarayı. Türkiye'de bir sarayı ziyaret ettiğinizde döneminde kullanılan halısından avizesine kadar geniş bir yelpazede o saraya ait olabilecek bütün eşyaları görebilirsiniz. Benim de beklentim bu şekildeydi ama bu ve diğer saraylarda binayı oluşturan güzel ahşap oymalar ve boyamalar dışında bir şey yok. Yine de görülmesi gereken yerler olduğunu düşünüyorum.
Bahia Sarayı'nın avlusu
Her duvarda görebileceğiniz oymacılık örneklerinden...
Odanın içinde bulunan iki kitaplıktan birisi,
çok zarif ve renkli ...
Bahia Sarayında dolaştıktan sonra çok hoşumuza giden dar sokaklara giriyoruz tekrar. Bir köşede okula giden çocuklar, diğer tarafta eşeğine yük yükleyen amcayı görüyoruz ve içimize geçmişin sıcaklığı doluyor.

Palais Badia'ya doğru yol alıyoruz bu sıcak manzaralar arasında. Bu saraya geldiğimizde görüyoruz ki tadilat nedeniyle kapalı. Hayırlısı diyerek şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Ertesi günkü Essaouira gezisi için otobüs biletlerimizi almak için yola koyuluyoruz. Fas gezisinde Fez'e kadar hiç taksi kullanmadık. Sizlere de tavsiye ederim.Sadece 4 dinar vereceğiniz otobüsün ilk durağı Medina'da olduğu için çok rahat yolculuk edebilirsiniz. Ama baştan uyarmalıyım çoğu otobüsün "DUR" ikaz düğmesi çalışmıyor. İneceğiniz durakta kapıya yanaşıp kapının üzerindeki demir kısma bir kaç defa şoförün duyabileceği şekilde vurmanız gerekiyor. :) Tren istasyonunun yanında bulunan CTM adlı otobüs firmasından biletlerimizi alıyoruz. CTM ve Supratours dışında sizlere önerebileceğim başka otobüs firması yok. Çünkü kapısı kapanmayan, koltukları kırık, penceresi olmayan otobüsler bile görmeniz mümkün diğer firmalarda. Tatsız sürprizlerle karşılaşmak istemiyorsanız CTM veya Supratours'u tercih edin derim. Ve öğlen yemeği yemek için "Amal Women's Training Center&Morroccan Restaurant" isimli mekana gidiyoruz. Burası Medina dışında sadece kadınların çalıştığı, yemekleri kendilerinin yaptığı güzel bir mekan. Buraya da yürüyerek gittiğimiz için baya yürüyoruz. Ama lezzetli yemekleri ve tatlıları yürüdüğümüz yola değdi doğrusu. Burada Fransızca yada Arapça bilmediğimiz için komik bir olay da geliyor başımıza. Eşim nane çayına limon katarak denemek isteyince hanımlardan birisine üzerinde limon baskısı olan peçeteyi gösterip "lemon" deyince anlamayarak önce peçete getiriyorlar. Ama deneme isteğimizde ısrarcı oluyoruz ve bir kez daha anlatmaya çalışıyoruz. Bu sefer de limonata geliyor masamıza. Limonatamızı içip peçeteyi de çantamıza attıktan sonra (yolcu hali lazım olur) düşüyoruz Medina yoluna.

Limonata ve peçetemiz...
Medina'ya vardığımızda öncelikle Jemaa el-Fnaa meydanına tekrar uğruyoruz gündüz şenliklerini görmek için. Gündüz bu meydanda yılan oynatıcıları ve dans eden maymunları göreceksiniz. Aman ha dikkat biraz meraklı durursanız yılanı üzerinize atabilirler. Aslında korkulacak bir şey yok çünkü yılanlar uyuşturulmuşlar. Ama biz hastalık tehlikesinden korktuğumuz için hem maymunlardan hemde yılanlardan uzak duruyoruz.
Meydandaki gösterileri biraz izledikten sonra meydana çok yakın olan ve Medina'nın bir çok yerinden minaresini görebileceğiniz Koutoubia camine doğru yol alıyoruz. Caminin kapılarının kapalı olduğunu görünce ufaktan bir üzülüyoruz, ilk caminin kalıntılarını görmek için caminin arka tarafına doğru gidiyoruz. İlk caminin ise hikayesi şu; ilk caminin inşaatı devam ederken kıblenin yanlış tarafta olduğunu fark ediyorlar. Bunun üzerine binadaki taşları yan taraftaki araziye taşıyarak yeni camiyi inşa etmişler. İlk caminin kalıntıları ise hala burada duruyor.
Koutoubia Camii
Fotoğrafta da gördüğümüz gibi Koutoubia camii Marakeş'in tanımına uygun kırmızı taşla inşa edilmiştir. Kare formlu minaresi 70 metre yüksekliğinde, camii minarelerinin üzerinde bizim alıştığımız gibi hilal değil; 3 tane kürenin aynı çubuğa takıldığını göreceksiniz. Alttaki en büyük küre "La Ilahe" ortadaki ikinci küre "Illallah" üstteki küçük küre ise "Muhammadur Rasulullah" anlamını taşıyor. Bu şekilde Kelime-i Tevhid'i minarelere nakşetmişler. Bu caminin minaresine, imam yaşlandığı zaman atla çıktığı da biliniyor. Bu minaredeki güzel işlemeleri izledikten sonra hemen arkamızdaki parka gidiyor ve biraz soluklanıyoruz.
Parc Lalla Hasna
Parkta da yine minareyi rahatlıkla görebiliyor ve biraz soluklanıyoruz. Eşim parkın girişinde gördüğü çaycıdan ufak bir bardak çay alıyor 3 dirheme. Çaydanlığın görünümünü beğenmediğim için ön yargılı yaklaştım ama tadına baktıktan sonra almadığıma pişman oldum. Biraz şekerli bir nane çayıydı ama denemenizi tavsiye ederim.

Parkta enerji topladıktan sonra meydana geri dönüyoruz. Geri dönüş yolunda bir askere soru sorarken camideki bir görevli bizi camiye buyur ediyor ve abdest almamız için bizi caminin avlusuna götürüyor. Namaz vakitleri dışında kapalı olan bu camide namaz kılmak istiyorsanız kapıyı tıklatmanız yeterli olacaktır. Ufak bir de not; Fas'ta müslüman olmayanlar dışındakileri camilere almıyorlar. Camideki görevliyle eşim biraz muhabbet ediyor ve Osmanlı'nın özlemini duyanın tek biz olmadığımızı anlıyor ve mutlu oluyoruz. Sonrasında "souk" denilen çarşıları biraz dolanıyoruz. Ben göz ucuyla çay kaşığı koleksiyonuma yeni bir parça arıyorum ama gönlüme göre orijinal bir kaşık bulamıyorum. Aslına bakarsanız orijinal ve almaya değer pek bir şey bulamıyorum ve yarım saat içinde sıkılarak meydana dönüyoruz. Bu sefer meydandaki "Hariri" denilen çorbayı yapan yerleri görüyorum ve denemek için gözümüzün tuttuğu, temiz bir yere oturuyoruz. Bu çorba biraz bizim mercimek çorbasını andırıyor görünüş itibariyle ama tadı daha farklı ve çok lezzetli kesinlikle denemelisiniz.

Hariri çorbası
Hariri çorbasını içtikten sonra ara sokaklarda geziyoruz. Yerel halkın pek de turist görmeye alışık olmadığı sokaklarda yabancı bakışlar altında yürüyoruz. Gezinin en güzel kısmı bu sanırım diye düşünüyorum hala... Bu sokaklarda gördüğüm bir avokadocudan birer tane avokado alıyoruz. Satıcı çocuk bizim için ikiye bölüyor avokadolarımızı. Kesinlikle denemeniz gereken diğer bir lezzet buradaki avokado ve muzlar neden bilemiyorum ama çok lezzetli. :) Dönüşte el arabasında çorbacıda gördüğümüz tahta kaşıklardan satan bir amca görüyoruz. Başlıyoruz pazarlığa, tanesi 15 dinardan pazarlığa başladığımız kaşıkların son fiyatı olara 5 dinara karar veriyor, anlaşıyor ve 10 tane alıyoruz. Artık evimizde de çorba kaşığı olarak bunları kullanıyoruz. :) Tekrar meydana çıktığımızda bir çocuk bizden para istiyor ve ona para yerine çikolata verdiğimizde "ben para istiyorum, çikolata değil" diyerek çikolatayı iade ediyor. Bu duruma üzüldüm ve hala çocukluğunu kaybetmiş o çocuğu düşünüyorum. Bir çocuğa çikolatadan daha tatlı ne gelebilir ki? Bu düşünceler eşliğinde riadımıza dönüyoruz. Ertesi günkü planlarımız arasında Manera bahçelerini gezip otobüsümüze binerek ilk şehrimizden ayrılmak var. Ertesi sabah riadın çatısına vuran yağmur sesleriyle uyanıyoruz ve Manera bahçelerine gitme hayallerimiz suya düşüyor. Moralimizi bozmuyor ve kahvaltı yaptıktan sonra şehir içi otobüslere binerek tren istasyonuna gidiyoruz. Ertesi günkü Tangier(Tanca) yolculuğu için tren biletlerimizi alıyoruz. Tren biletlerinizi First class almanızı tavsiye ediyorum. Arada çok fiyat farkı yok ve daha rahat. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 340 dirheme biletlerimizi alıyor ve Essaouira'ya doğru yola çıkıyoruz... Bir sonraki yazımda okyanusun kenarında bulunan bu harika şehirden bahsedeceğim inşallah. :)
